19.11.2015

Benim adım PINAR..

Yakın zamanda hoş olmayan bir durum yaşadık ben ve öğrencilerim..Ve bu olay esnasında bana kim olduğumu sormuştu karşımdaki kendini  "ben meşhur ..... kurumunun sahibiyim" diye tanıtan şahıs..Ben de "pınar" demiştim.Kısa ve öz...Evet benim adım PINAR. Annem babam ne düşünerek koydular bilmiyorum ismimi ama ben adımı taşırken çok anlam yüklüyorum, ve hep adımla yaşamaya çalışıyorum..Hani derler ya yeni doğan çocuklara "Adıyla yaşasın" diye, işte o hesap..

Evet,benim adım pınar..Gök yüzünden rahmetle indim yer yüzüne,damla damla süzüldüm toprak ananın rahmine,onunla beslendim,arındım ve pınar olup çıktım yüzeye..Doğduğum andan beri akıyorum, yavaş yavaş, aktıkça çoğalıyorum, çoğaldıkça içimde daha çok hayat yaşatıyor, onlarla yeni yaşamlara dokunuyorum..Değdiğim her toprakta, her canlıda daha çok büyüyorum,daha coşkun akıyorum..Aktıkça dere, coştukça ırmak oluyorum..
 Evet benim adım Pınar.. Hem evlat, hem anne,hem kardeş, hem abla, hem bir kadın,bir eş, ve de bir öğretmenim.. Dokunduğum her hayatla, tanıştığım her insanla, oğlum ve tüm öğrencilerimle her gün bir damla daha büyüyorum..
Evet, benim adım PINAR.. Berrak ve renksiz bir pınar olarak doğdum, büyüdüm,etrafımdaki ağaçlarla yeşil oldum,sellere karıştım, bulandım, kahve rengi oldum..Yağmurdan sonraki her gök kuşağıyla rengarenk oldum..Duruldum,dinlendim mavi oldum..
Evet benim adım PINAR..Şimdilerde ailemle,eşimle,oğlumla, öğrencilerimle,dostlarımla upuzun bir nehirim..Erdemleriyle,hayalleriyle, hedefleriyle, yazıp çizdikleriyle,ürettikleriyle bir sürü kolu olan, kilometrelerce uzun bir nehir..Önüne çıkan sen gibi engeller karşısında içindekileri korumak adına coşmaktan,önüne geleni seline katmaktan çekinmeyecek bir Nehir..
Evet benim adım PINAR.. Rabbim izin verdikçe, yetiştirdiğim her öğrenciyle,dokunduğum her çocukla,gençle,kalemimin değdiği her harfle büyümek, engin ve mavinin her tonunda  koca bir deniz olmaktır hedefim..
Evet benim adım PINAR..Doğduğumda babamın içinden öyle geldiği için Pınar olmuş adım, ama şu hayattaki gayem; bir gün dingin ve uçsuz bucaksız bir Okyanus olarak sonlandırmak yaşamımı..Derinliklerinde irili ufaklı balıklar, bambaşka canlılar, rengarenk mercanlar, istiridyeler, inciler, hazineler,batıklar bulunan bir okyanus..Onlar var oldukça, üreyip çoğaldıkça büyümeye devam edeceğim,
Ve bir gün dilim ve kalemim sussa da vurduğum her kıyıda ezgi olarak dilleneceğim
..

İşte ben bu Pınarım..şimdi soruyorum, asıl sen KİMSİN??


PS. yazdığım bu yazının yanlış anlaşılmamasını, kavga,tehdit vs. şiddet ve öfke amaçlı bir yazı olmadığını, tanımadığım bir kişinin tehditvari sorusu üzerine kendime de dönüp yanıtladığım bir soru-cevap yazısı olduğunu belirtmek isterim..

31.08.2015

Kreşte ilk günümüz..


Bildiğiniz üzere ben İngilizce öğretmeniyim ve Rüzgar'ın hayatımıza katılmasıyla birlikte yoğun iş tempoma ara vermek durumunda kaldım..Rüzgar 2 yaşını doldurduğuna,derdini anlatabildiğine ve ben de artık evde durmaktan ve mesleğimden ayrı kalmamdan sıkıldığıma göre iş hayatına dönmenin vaktidir dedim. Rüzgar efendiyi bırakabileceğim hiç bir aile yakınımız Ankara'da olmadığından elimde 2 seçenek vardı;kreş ya da bakıcı..Bakıcı seçeneğini doğrudan eledik gibi bişi oldu..Rüzgar'ı izlediğimiz,duyduğumuz onca kötü haberden sonra hiç tanımadığım biriyle baş başa tüm gün evde bırakmaya ne benim ne eşimin gönlü, beyni razı gelmedi. Kreş seçeneğini de Rüzgar'la beraber gidip gelebileceğim ve bünyesinde İngilizce öğretmeni olabileceğim bir kurum olursa hepimiz için iyi olur diyerek kendimce şekillendirdim.Ve çok şükür öyle de oldu.Şimdi 2-5 yaş İngilizce ağırlıklı bir kreşte birimiz öğretmen birimiz öğrenciyiz oğlumla.. Gerçi bu çok da tesadüfi bir şey değildi. Ben kariyer planlamamda köklü bir değişime karar verdiğim için planlı ve emin atılmış da bir karardı. Dilerim hem benim hem oğlum hem de öğrencilerim için hayırlı da olur..
Derken biz bugün 2015-2016 eğitim-öğretim dönemini açmış bulunduk oğluşumla..Tabii bende kaygılar endişeler diz boyuydu Rüzgar açısından. Malum 26 aydır hiç ayrılmamıştık kendisiyle..Aynı kurumda olsak bile farklı sınıflarda olacaktık. Beni görmeden nasıl duracaktı,nasıl bensiz yemek yiyip uyuyacaktı tam bir kabus konusuydu benim için. Ama tek olmayacağını,emin ellerde,kendi yaşıtlarıyla ve aynı çatı altında olacağını düşünüp teselli ediyordum kendimi. Taa ki bugün sınıflarımıza ayrıldığımızda isyan naralarını,ağlayışlarını duyana kadar.. Kimse kolay olacağını söylememişti ama bu kadar ağlayacağını da tahmin etmiyordum..Son bir saate kadar reddeden oğlum nasılsa son anda alışmaya başlamıştı.. Gerçi diğer yaşıtları ondan farklı değildi ve ağlamak da gülmek gibi bulaşıcı olduğundan belki tam sustu derken diğerinin ağlaması hepsi için süreci başa sardırıyordu maalesef..
Neyse ki kapanışı mutlu mesut yaptığı için yarından umudum var..Bu arada gece uyku öncesi benim getirdiğim kitabı istemeyip Yavru Ahtapot Olmak Çok Zor kitabını seçti kitaplığından. Okuyunca acaba bilinçli mi seçti yoksa tesadüf müydü bilemedim.Çünkü Nino da okula gidiyordu, sayfalardan birindeki resimde annesine el sallıyor,okul için ayrılıyordu. Benim hüsnü kuruntum da olabilirdi pek tabii..Neticede vicdan yapmışımdır belki..

Bu da ağlamadığı bir vakitte öğretmeniyle yaptığı ve okuldan eve getirdiği ilk eseri..:))

8.08.2015

Dünya Emzirme Haftası (1-7 Ağustos) ve Emzirmenin önemi

Bir önceki yazımda bizim anne sütü maceramızı anlatmıştım. Anne sütünün önemine ve Dünya emzirme haftasına dikkat çekmek üzere daha fazla anne sütü konulu yazıya maruz bırakacağım sizi..

Anne sütünün faydaları bilindiği gibi saymakla bitmez, hatta öyle ki son yıllarda kanser hastalarının tedavisinde bile kullanılıyor. Ama yine de ülkemizde anne sütü alan bebek oranı oldukça düşükmüş.Bunu ilk öğrendiğimde çok şaşırmış ve üzülmüştüm. Çünkü doğumla beraber anne ve bebeğe bahşedilen bu nimet hem maliyetsiz, hem zahmetsizken neden bebeklerimiz mahrum kalıyor çözemedim. Bilmiyorum belki yanılıyorumdur ama ben bunda sözde modernleşmenin kötü etkisi olduğu kanaatindeyim. Asla sütü olmadığı, yetmediği için istemeyerek çocuğuna mama veren anneleri incitmek istemem..Yakınlarımda da böyle arkadaşlarım oldu ve ne kadar üzüldüklerini çok iyi biliyorum..Ama ben sırf kendi rahatı için(diyet-sigara-alkol-cinsellik) bebeğini ve kendini bu bağdan mahrum bırakan anneleri de işittim.
Malum emziren anne hiç olmadık yer ve zamanlarda bebeğini beslemek zorunda,ona göre kıyafetler giymeli, mekanlar seçmeli, ya da dışarıdan gelen saçma bakışlara aldırış etmeden emzirmeli bebeğini..çalışmak zorunda olan, aktif sosyal hayatı tercih edenler için de emzirmek bazen ayak bağı olabiliyor. Emen bebekler gece daha sık uyandığı için uykusundan olmak istemeyebiliyor bazı anneler, neticede uykudan önce biberon dolu mamayı verdiğinde bebek doyuyor ve deliksiz uyuyor çoğu zaman. Bunun dışında mama alan bebekler meme emenlere göre daha iştahlı, daha kilolu olduğundan toplumsal bir takdir de kazanınca anne neden emzireyim psikolojisine girebiliyor zannımca..
Tekrar ediyorum, asla her yolu denediği halde mecburen anne sütünü erkenden kesen ya da veremeyen anneleri kastetmiyorum..Rabbim hiç bir anne bebeği bu duruma düşürmesin..

 Türk Pediatri Kurumunun resmi web sayfasında yayınladığı  yazıyı paylaşmak istiyorum sizle..

‘Dünya Emzirme Haftası’ ülkemizin de içinde bulunduğu 120’den fazla ülkede her yılın ağustos ayının ilk haftasında (1-7 ağustos) kutlanmaktadır.
İlk kez 1990 yılında ‘Dünya Sağlık Örgütü’ ve ‘UNICEF’ tarafından deklare edilen bu haftanın amacı; tüm dünyada anne sütü ile beslenmeyi desteklemek ve yaygınlaştırmaktır. Anne sütü, yenidoğan bebeklerin ihtiyacı olan tüm besin öğelerini içermektedir. ‘Dünya Sağlık Örgütü’ ilk altı ayda sadece anne sütü ile, iki yaşa kadar da tamamlayıcı beslenmeyle beraber anne sütünün alımını önermektedir.
Bu çok özel haftanın önemi vesilesi ile anne sütünün sayılamayacak kadar fazla olan faydalarını da bilerek 10 temel noktaya dikkat çekmek istedik:

Emzirmeye doğumu izleyen dakikalar içerisinde başlanmalı ve gün içerisinde çocuk gereksinim duydukça da devam edilmeldir.
Anne sütü, yenidoğan ve süt çocukları için ideal bir besindir. Bu dönemdeki çocukların gelişmesi için ihtiyacı olan tüm besin öğelerini içerir.
Emzirme anne sağlığı açısından da çok önemlidir. Meme ve over kanserlerinin oluşum sıklığını azaltır. Ayrıca emziren anneler doğum öncesi kilosuna hem daha kısa sürede hem de daha sağlıklı bir biçimde dönebilir.
Anne sütü ile beslenmenin çocuk sağlığına uzun dönemde de faydaları vardır. Erişkin dönemde hem hiperkolestrolemi hem de hipertansiyon anne sütü ile beslenenlerde daha az görülür. Ayrıca Tip-2 diyabete, obeziteye ve metabolik sendroma bilindiği üzere anne sütü ile beslenen çocuklarda daha az sıklıkla rastlanır.
Formula ile beslenmenin önerilmemesinin bir nedeni de içme suyuyla bulaşan hastalıkların sıklığının daha fazla rastlanmasıdır. Bu anlamda anne sütü daha hijyenik bir besin öğesidir. Ayrıca mama hazırlama aşamasında yapılabilecek hataların önüne geçilmiş olur. Bilindiği üzere fazla seyreltilerek hazırlanan mamalar malnütrisyona neden olabilecekken daha kıvamlı hazırlanan mamalar da osmotik ishale ve sindirim sistemi kanamalarına neden olabilmektedir. Yine özellikle son yıllarda artan besin allerjilerinin oluşma sıklığı standart formulalarla beslenen bebeklerde daha fazladır.
Çocukla annenin arasındaki sosyal bağın gelişiminde ve ileride oluşabilecek psikiatrik hastalıkların önlenmesinde anne sütü ile beslenmenin olumlu katkıları bulunmaktadır. Bilindiği üzere otizm anne sütü ile beslenen bebeklerde daha az sıklıkta görülmektedir.
Anne sütü içerdiği immunglobulinler nedeniyle çocukluk yaş grubundaki ölümlerin en sık iki nedeni olan diyare ve pnomoniden de korur. Ayrıca bir çok viral hastalık anne sütü ile beslenen bebeklerde formula ile beslenenlere göre daha az oranda görülür.
Formula ile beslenen bebekler daha fazla antijene maruz kalırlar ve otoimmun hastalıklar anne sütü ile beslenenlerden daha fazladır.
Özellikle erken doğan doğan bebeklerde doğum haftasına göre her annenin sahip olduğu süt kendi çocuğu için ideal besinleri ve osmotik yükü içerir. Bu da gelişmesi muhtemel bazı sorunlardan bebeği koruyucu özelliktedir (nekrotizan enterokolit, malnutrisyon...).
Anne sütü hem ulaşılabilirlik hem de maaliyet açısından üstün bir besin kaynağıdır.


Bir de  Ankara İl Sağlık Müdürlüğünün  web sitesinde paylaştığı emzirme,anne sütü önemi ve faydalarını anlatan şöyle bir power point sunusu

buldum ve paylaşmak istedim.Umarım bir yerlerde blogımı okuyan anne adaylarına,yeni doğum yapanlara bir fikir ve fayda sağlar.








Emzirme ve memeden kesme..

 Tam da Dünya Emzirme Haftası (1-7 Ağustos) iken ben de bizim emzirme ve  bırakma hikayemizden bahsetmek istedim.Aslına bakarsanız bu uzun zamandır yazmayı düşündüğüm ve nedense ertelediğim bir konuydu ve Ömür Gedik' in dışarıda bebeğini göğsüyle besleyen annelerle ilgili talihsiz ve yanlış usluplu yazısının üstüne vakit bu vakittir dedim. Açıkçası yazı kesinlikle uslup açısından bahtsız ve yanlış olmuş ama yine de çok kaba ve saygısız yazılmış eleştirileri de onunkinden farksız bulmuyorum.Neticede o da doğru-yanlış kendi fikrini belirtmiş..Belli ki kadın bu konuda psikolojik açıdan sıkıntılıymış ve emzirmeyi cinsellikten ayırt edememiş..Her neyse biz gelelim kendi hikayemize..

Bildiğiniz üzere spinal anestezili sezaryenle doğum yaptım ben..yattığım hastanede doğumdan hemen sonra sedyeyle bekleme salonu gibi bir yere aldılar bizi- beni ve diğer doğumdan çıkan anneleri. Orada annelerin ayılması kendine gelmesi için bekleniyordu.Ve derken hasta bakıcılar sırayla bebekleri getirip annelerinin göğsüyle tanıştırıyor, memeyi kavraması için anne ve bebeğe yardım ediyorlardı.Ben genel anestezi almadığım için bilincim gayet açıktı ve hastanede yattığım sürede resmen aç bırakıldığım için Rüzgar'ın çok acıktığını düşünüyordum.Derken Rüzgar geldiğinde gerçekten de aç olacak ki hiç zorlanmadan kavradı göğsümü..Ama olayın devamı maalesef böyle güzel gitmedi..Odaya geçtiğimizde Rüzgar memeyi tutmaya çalışırken resmen kıpkırmızı oluyor ve ağlıyordu..Öyle kırmızıydı ki her gelen hemşireye soruyorduk ve onlar da normal olduğunu söylüyorlardı.Derken Rüzgarın emerken ayağının titrediğini fark ettiğimizde bunun pek de normal olmadığını anlamıştık, sonrasında da polisitemi tanısıyla ilk gecemizi aynı hastanede ayrı odalarda geçirmek zorunda kaldık..Doğal olarak yoğun bakım ünitesinde mama verilmişti kuzuma..Daha anne sütüyle tanışamadan,kokumuza doyamadan ayrılmıştık oğluşumla..Doğumdan 2 gün sonra Yoğun bakım bölümünde anne odaları olduğunu öğrenip orada kalmaya başlamıştım. Oda dediğime bakmayın, minicik, iki küvez ve iki tekli koltuğun olduğu bir odaydı bahsettiğim. Ama öyle çok mutlu olmuştum ki sezaryenli halimle şişmiş bacaklarımla kırık bir berjerde oturabilme imkanım olduğuna..Nihayetinde neresi ve ne koşullar olursa olsun bebeğimle aynı odada olacaktım..O küvez içinde kollarında serum, baş ucunda nabzını ölçen bir aletle duruyorken hiç tanımadığı bir evrende ben nasıl halimden şikayet ederdim ki..
Tam 4 gece 5 gün böyle geçti.Doktorlar 2 saatte bir emzirmeme izin veriyor,sütüm az olduğu için peşinden de 40 cc mama ya da hastanenin süt bankasından gelen başka annelerin sütlerinden veriyorlardı.Ben de sürekli su içip sonrada bu süt merkezi dedikleri katta sütümü sağıyordum..Böylece Rüzgar'a benim sütümü getiriyorlardı her emzirme saatinde.Odayı paylaştığım diğer anne normal doğumla 2.çocuğunu doğurmuştu.Maşallah sütü de yetiyordu bebeğine..Birlikte süt sağmaya gittiğimizde o tek göğsüyle 100 cc çıkarırken ben ikisinden 40 cc çıkaramıyordum.. Şimdi o anneyi kıskandığımı itiraf edebilirim..Orada öğrendim her annenin sütünün kendine ve bebeğinin ihtiyacına has miktarda, içerikte ve renkte olduğunu..
Eve geldiğimizde doktorun tavsiyesi üzere Rüzgar'ı önce emzirdim sonra da en fazla 60 cc ye kadar mama verdim. Süt miktarım hala az sayılırdı ve Rüzgar  polisitemi geçirdiğinden sarılık olma riskine karşılık aç kalmaması gerekiyordu. Gün geçtikçe sağmamın ve bolca sıvı, ve süt arttırıcı çayların yardımıyla sütüm arttı, ve mamayı düzenli olarak azaltarak en son 25-30 cc ye düşürdük.Rüzgar tam kırk günlükken de biberonu birden diliyle itti ve sadece memeyi tercih etti.Sonrasında sütüm hala az olduğu için  açıkçası mama vermeyi çok istedim ve bir kaç kutu mamayı heba ettim. Rüzgar inatla memeye yapıştı ve tam 17 ay yapışık yaşadı diyebilirim..
Emzirmek tabii ki aksi iddia edilemeyecek kutsallıkta. Anne karnında nasıl kordon bağıyla bağlıysa birbirine, sonrasında da emzirme yoluyla mühürleniyor anne-bebek..Rüzgar 6 -7 aylıkken eşimin rahatsızlanması, hastane süreci vs. ben de ciddi bir stres yaratmış, maalesef tek göğsümden hiç süt gelmez olmuştu..Bir süre sonra Rüzgar da o göğsü reddetmeye başladı..Böylece ek gıda+anne sütü serüvenimiz ilk darbeyi yedi. Sonrasında ek gıdayı reddetme,ağzını kapama, yemeğe karşı inat derken ciddi bir iştahsızlık dönemine girdik..Onu suçlayamıyorum, çünkü ben de o zaman zarfında ciddi kilolar vermiştim.İlk 6 ay sadece anne sütü alan rüzgar her ay alması gereken kiloyu rahatça alırken birde kilo almamaya, hatta bazı aylar vermeye başlamıştı. Aylık rutin kontrollerde sıra tartmaya geldiğinde kalbim ağzıma geliyordu stresten.Eşim iyileştikten,hayatımız normale döndükten sonra da Rüzgar efendi bu yememe olayını alışkanlık haline getirdi ve 17. ayda artık doktorla beraber sütten/memeden ayırmaya karar verdik.

İlk gün gündüz her acıktığında ya da susadığında meme için geldiğinde konuyu değiştirip, ilgisini dağıtmaya çalıştım.Onun yerine sevdiği kuru meyveleri teklif ettim. Memenin  'uff ' olduğunu, onun yerine bardakla süt içebileceğini vs. söyledim.Bu arada aktardan arkadaşların tavsiyesi ile sarı sabır taşı denen (sanırım aloevera taşı olarak da biliniyor) siyah acımsı bir tadı olan taş aldım,ıslatarak sürdüm.Tabii ki hiç bir uzman, psikolog bu tarz yöntemleri doğru bulmuyor, bunu da belirtmek isterim.Ben sürüp, emmek istediğinde bir kaç kez izin verdim ve tadını beğenmeyip 'anne uff ' diyerek bıraktı.Bu taş özellikle uyku arasında uyanıp kendi emmeye çalıştığında işime yaramıştı.En zor kısım emmeden uykuya geçmesiydi. Emerek uyuyan bir bebeği emziksiz, biberonsuz uyutmaya çalışmak epeyce sancılıydı. Kucağımda başını omzuma dayayıp, saçımı parmaklarına dolayarak dalmıştı ilk memesiz öğlen uykusuna. Ama akşamı daha dramatikti. Sadece onun için de değil, ben de dayanamıyordum onun haline ve emzirmek istiyordum yeniden. Ama direnmem gerekiyordu,bir kere çıkmıştık bu yola, geri dönüş ikimiz için de travmatik olabilirdi. İlk gece uykuya dalmakta zorlandı tabii ki, benim göğsüm sütle dolmuş, sızlıyordu. Rüzgar öylesine gün içinde bana sarmıştı ki sağmak için zaman bile bulamamıştım. Bir de zaten emziren anneler bilir, bebeğin karnı acıktığında annenin göğsü sızlar ve anlar evladının aç olduğunu. Biz ilk gece Rüzgar'la salonda uyuduk. Oyuncakları döktük, kitapları yığdık, videoları açtık ki aklı dağılıp, yorulsun ve memesiz sızıp kalsın diye. Ama nafile..O gece Rüzgar ağladıkça ben de ağladım,kucağımda evi gezdik ve neden sonra dayanamayıp sızmıştı..Sonra ben sütle dolan, doldukça ağrıyan göğsümü sağdım, hüngür hüngür ağladım..Rüzgar uyanıkken ona çaktırmamaya çalışıyordum ama ben onun kadar vahim durumdaydım.Hem kimse uyarmamıştı, söylememişti sütten kesme her iki taraf için de bir ayrılık, ve sancıyı iki tarafta çekiyor diye..

Neyse ki diğer günler daha kolay geçti..2.-3. gün uyku saatlerinde Rüzgarı bebek arabasına koyup yürüyüşe çıkıyorduk ve o da pusette uyuyakalıyordu. Gece meme için uyandığında kucağıma alıp pışpışlıyor, rahatlaması için sırtını okşayıp ninni/şarkı söylüyordum..Bolca onu ne kadar çok sevdiğimi dillendirip, sık sık sarılıyordum.Gün içinde kış olduğu için park yerine AVM içlerindeki oyun alanlarına gidip yorulmasını ve kalabalıkla ilgisini meme dışına çekmeyi sağlıyordum.Zaten 4. gün artık iyice memeden umudunu kesmişti.O  sıralar İstanbul'a ailemin yanına gitmiştik ki bu da işimizi kolaylaştırdı..Geceleri kalktığında biraz ben biraz annem kucağımızda dolandırıp geçiştirmiştik.Annem-ablam kulağına sakinleşmesi için bolca dualar okuyorlardı ve tabii ki işe yarıyordu..Hatta öyle ki ben eve geldiğimde bir kaç hafta Internetten Kuran ayetlerini açmaya devam ettim. Çünkü Kuranın ruhu, Arapçanın melodisi ve okuyan hafızın güzel sesi Rüzgar'ı rahatlatıyor, 15-20 dk.da omzumda uykuya dalıyordu. Derken zamanla memenin yokluğuna alıştık ve gelişiminin bir dönüm noktasını daha tamamlamış olduk Rüzgarla.

Tüm bebeklerin bol bol sağlıklı anne sütüyle doyması, tüm annelerin bu süreci doya doya yaşaması dileğimle..




2.08.2015

"Rüzgarlı Günlerim" basında..

Blogum benim göz bebeklerimden biridir..En sevdiğim hobimdir..Sizin bilmediğiniz 2 blogum daha olmuştu aslında hamileliğimden önce;biri kendimce karaladığım,diğeri de özel ingilizce derslerimle alakalı paylaşımlarda bulunduğum..Her ikisi de kısa soluklu oldu,ama hamileliğimde yazmaya başladığım bu blogum beni rahatlatan,ilk başlarda oğluma ve zamanla takip edildiğimi,yazılarımın sevildiğini, tanıdık tanımadık kişilere az da olsa fikir verdiğini öğrendiğimden beri de sevgili okurlarıma ithafen yazdığım bir günceye dönüştü..İyi ki de öyle oldu..

Herhangi bir maddi kaygıyla yazmadım blogumu,ya da hiç kimseye "annelik"taslamak gibi bir yanılgıya/kibire de yenik düşmek istemedim..Zira maalesef blog yazdığı için kendini doktor,psikolog,pedegog vs. sanan bir çok blogger anne gördüm özellikle instagram sayesinde..Lansmanlarda gezip,blogda kendi fikirlerinden çok markaların reklamını yapan,takipçi sayılarının çokluğunu ticari bir kazanç kapısına çeviren başlarda severek takip ettiğim ama sonradan bozulan bloggerlardan tutunda, mesleğiyle ya da akademik geçmişiyle hiçbir alakası olmadığı halde kendini kaptırıp sayfasında ilaç tavsiyesinde bulunan, ya da birden bire uzman kesilip atölyeler,seminerler düzenleyenler,bildiğiniz taparcasına fanları olan ve ilk olumsuz eleştiride bu kişileri azarlayan, marka fotolarının altına "benim filanca takipçim var, isterseniz bilmem ne karşılığında reklamınızı yaparım" diyen kendini bilmez bloggerlara bile tanık oldum..Öyle ki bir ara soğudum blog yazmaktan ve istediğim halde yazamadım..
Yanlış anlaşılmasın, tabii ki lansmanlara,seminerlere,tanıtımlara katılan,çeşitli eğitimler alan ve bunu da harika bir mütevazilikle sunan anne blog yazarları da var aralarında -ki ben bu kişilerin paylaşımlarından çok şey öğreniyor,severek ve merakla takip ediyor, hatta bir çoğunu tanımadığım halde çok seviyorum..Zaten blog yazmayı güzel kılan da bu benim için..Tanımadığın bir çok insanla fikir alışverişinde bulunmak, onlarla öğrenmek, tavsiyelerinden faydalanmak ve  kimi zaman deneyimlerini okuyunca yalnız olmadığımı öğrenip rahatlamak..Dilerim ben de 'bu tip' blog yazarlarından olurum,ve öyle anılırım..

Bu dileğim gerçekleşsin diye dua ediyorum,oğluma,eşime,aileme, tüm herkese dua ederken..Çünkü konu oğlumla, öğrencilerimle ve tüm çocuklarla alakalı..Ben hem anne hem de bir öğretmenim ve artık okul öncesinde öğretmenlik yapıyorum..Bu yüzden rastladığım tüm okul öncesi, çocuk gelişimi ve eğitim seminerlerine katılmaya çalışıyorum çocukları daha iyi anlamak,yazdıklarımın altını doldurabilmek ve doğru tavsiyede bulunabilmek için..Alakalı kitapları,yerli yabancı blogları,akademik yayınları okuyor, kendi süzgecimden geçirip yine sadece fikir paylaşmak adına yazıyorum..Ben uzman,pedegog,doktor,psikolog değilim..Bu konularda şimdilik sadece anne olarak yazıyorum,ama eğitimci olarak yine akademik doğrulara ve profesyonel deneyimlerime dayanmak kaydıyla gönül rahatlığıyla fikir beyan ediyorum..
Umarım faydalı da oluyorumdur bi yerlerde birilerine..

Ve çok güzel bir şey oldu bu ay blogum adına..Severek okuduğum aylık Annebebek  dergisi Ağustos 2015 sayısının İnternet Dünyası sayfasında blogumuza da yer verdi. Sevgili editörleri Aslıhan hanımla hoş bir röportaj da gerçekleştirdik..Önümüzdeki aylarda Rüzgar'ı ve röportajımızı da görebileceğiz..Buradan da bu güzel dergiye ve tatlı editörüne teşekkür ediyor,okumaya,öğrenmeye ve paylaşmaya devam diyorum..





6.06.2015

Çocuklara İngilizce öğretme yöntemleri..

Geçenlerde bir mail aldım tanımadığım bir okurumdan..Çok da hoşuma gitti hani birilerinin blogumu severek takip ediyor olduğunu bilmek..Mail  bebeklere İngilizce öğretimi ile ilgiliydi..Rüzgar'a bir İngilizce öğretmeni olarak nasıl 2. dil öğrettiğimi, neler yapmak gerektiğini sormuş..Bu soruyu bir kaç tanıdığımdan da duyunca yazmam gerektiğine kanaat getirdim..
Açıkçası ben Rüzgar'la genellikle Türkçe konuşmayı tercih ediyorum..Çünkü oğlumla anadilimde iletişimden daha zevk alıyorum..Nedense insanlarda şöyle bir kanı var; İngilizce öğretmeni olduğum için bebeğimle sürekli İngilizce konuşacağım,Rüzgar'ın da kendi dilinden önce kesin şakır şakır İngilizce konuşacağı düşünülüyor..Fakat kazın ayağı hiç de öyle değil..Zira benim 2. bir dil öğretme istememdeki ilk amaç -ki küçük yaşlarda böyle olması gerektiği de söylenir- sadece başka dillerin de var olduğunu bilmesi ve İngilizce doğru kulak dolgunluğu oluşmasını sağlamak..O kadar..Yani benim için 2 yaşına bile gelmemiş bir bebeğin İngilizce kelimeler bilmesi,sayılar sayması çok çok da elzem bir husus değil..Bırakın İngilizceyi, kendi dilinde konuşması bile tamamen çocuğun kişiliğine,dil becerisine ve hazır hissetmesine bağlı..Mesela Rüzgar 23 aylık olmasına rağmen hala açık seçik cümleler kurmuyor. Hatta bırakın cümleyi kelimeleri bile ya ilk ya da son hecesiyle söylüyor.Hani çocuğun konuşması için sürekli konuşmak, kitap okumak,tekrarlayan kelimeler,şarkılar söylemek gerekir ya, ben onların hepsini yapmaya daha Rüzgar doğmadan başladım ama Rüzgar'ın seçimi bu yönde..Rüzgar gözlemci bir bebek..Bir şey yapmadan önce gözlemleyip,emin olmayı seçiyor..Yürümesi de bu sebeple 13. ayı bulmuştu.Ama yürüdükten sonraki hafta koşuyordu, ve çok da düşen bir bebek değildi. Halbuki ben ne kadar da panik olmuştum,neden yürümüyor,ne zaman, nasıl yürür diye meraklanıyordum..Konuşma konusunda nedense hiç sıkıntı etmiyorum..Sanırım oğlumu daha iyi tanıyor, her şeyin adını,neyin ne amaçla kullanıldığını, kelimeleri yüklemleri tanıdığına kanaat getirdiğim için şimdilik 'kapı'ya da 'kaka'ya da 'ka' demesi, 'Tamam' yerine 'mam', arabaya 'naaannn'  otobüse 'büs' vb. demesi çok da sıkıntı değil. Tabii al,alo,aç,ver,gel,git,ay,ayı,anne,anane,dede,baba,abi,abla,bak,kalk,çiş,mama,hamm,havhav,mavv,vakvak,hayır vb. doğru kelimeleri de yok değil oğlumun. Anne/baba/abi kalk/al,ver/bak/git şeklinde türkçe özne yüklem doğru yerde 2 kelimelik cümleler de kurabiliyor. Eminim kendini hazır hissettiğinde gerisi de ip söküğü gibi gelecektir. İngilizce olarak da hiç beklemediğim bir anda kaşığı uzattığımda 'no no no ' demişti. :)

Gelelim İngilizce öğretimine..

İlk 2 yıl için çocuğun anadilini öğrenmesi ve yanı sıra başka dillerin de var olduğunu bilmesi açısından her gün mutlaka 2 dile de maruz kalması gerektiği kanaatindeyim.Bu yüzden Rüzgar'la rutinlerimiz ara ara İngilizce geçer.. Tek kelime şeklinde,açık ve yalın,anlamını bildiği isim ve eylemleri İngilizce söylüyorum. "Rüzgar 'banana' ister misin?? Rüzgar, go!..Rüzgar, no! Rüzgar, come/ drink/eat/sleep. Nite nite(good night),Let's sleep! please, Well done, great, excellent vb. gibi..Dediğim gibi amaç önce söylemesi değil,zamanla anlaması ve kulak dolgunluğu oluşması.

Kelimeleri flash kartlarla öğretmek de her dil için etkili. Ben yaşından çok önce başlamıştım resimli kelime kartlarını gösterip isimlerini söylemeye, hayvanların seslerini çıkarmaya falan.Sonra da hem türkçe hem İngilizce söyler oldum.Eğlenceli hale getirmek için çeşitli oyunlar üretilebilir bu kartlarla.Örnek bir link aşağıya ekliyorum.

İngilizce ve türkçe çocuk şarkılarının faydasını söylemiştim zaten. Youtube dan İngilizce çocuk şarkı videoları dinletmek ve yapabiliyorsak kendimiz de söyleyip ondan da  ses veya figürlerle eşlik etmesini istemek çok etkili ve eğlenceli.. Rüzgar 'wheels on the bus go round and round' şarkısına bayılıyor,öyle ki günde defalarca izlettiği için beni de bayıyor. Her nedense şarkının adı onun için "ba ba ba". Hoopla kidz, Super Simple Learning,Muffin Songs ve Little Baby Bum tavsiye edebileceğim Youtube kanalları.

Eğer çizgi film merakı varsa mutlaka yaşına uygun İngilizce çizgi film izletmeli bence. Rüzgar çok yakın zamanda başladı oturup çizgi film izlemeye. Bunda benim gün içinde TV açmamam etkili olmuştur mutlaka ama ilk izlediği çizgi film "Ben and Holly's Little Kingdom" oldu. Açıkçası benim de favorimdir kendisi.Özellikle araba meraklısı erkekler için "Tayo" da iyi bir seçenek. Bir bölüm Türkçe bir bölüm İngilizce izletilebilir.Ama " Didi the Little Dragon" İngilizce öğretimi için çok çok daha etkili. Zaten 2 dilde eğitim veren meşhur uluslararası bir okul öncesi kuruma ait. Maalesef çok fazla videosu yok Youtube da.

Kısa İngilizce oyunlar oynanabilir.Mesela biz "kutu kutu pense" tarzında el ele tutuşuyoruz, ben İngilizce kısa bir doğaçlama şarkı,ritm tutturuyorum ve  aralarda durup "Let's jump! Let's clap! Let's sit! gibi talimatlarla hem kelime öğretiyor hem de hareketleri yaparken eğleniyoruz.
 "If you're happy, clap your hands! if you're angry, tap your feet!" ya da "Head,shoulders, knees and toes" şarkıları ile hareketlerle,oynayarak duygular,organlar vs. öğretilebilir..

Masal okuma-anlatma da kesinlikle hem ana dil hem de yabancı dil öğrenimi için çok etkili ve keyifli, ama tabii ki monoton bir şekilde eline kitap alıp okumak değil kastettiğim. Bazen sadece kitaptaki resimleri kullanıp bambaşka bir masal uydurmak,bazen masalı kuklalarla anlatarak dramatize etmek gerekir.

Bunların yanı sıra tablet ya da telefonlardan yaşına uygun eğitici İngilizce uygulamalar da indirilebilir.Ben henüz Rüzgar'ı tabletten uzak tutuyorum ama etkili olduğunu söyleyen çok.

Tüm bunlar benim de sınıfta ve evde kullandığım,etkili gördüğüm,dünya genelinde tavsiye edilen erken İngilizce öğrenme öğretme yöntemlerinden bazıları..Bu yöntemlerin etkinliği çocuktan çocuğa değişir.Çünkü dil öğrenme her ne kadar erken yaşta doğru yollarla öğretildiğinde çok daha etkili olsa da öğrenme hızı ve becerisi çocuğun genetik,kişisel ve algısal farklılığına göre değişebilir. Asla çocuğu kıyaslamamalı,kızmamalı,katiyen yanında şevkini kıracak cümleler söylenmemeli..Gerisi zaten er ya da geç gelir.



Bunlarda işinize yarayabileceğini düşündüğüm bazı linkler..
https://www.youtube.com/watch?v=X9KebTgfLJI
https://www.youtube.com/watch?v=YiDxfVJ0PUc
https://www.youtube.com/watch?v=AjqWiDJtsng
https://www.youtube.com/watch?v=l4WNrvVjiTw
https://www.youtube.com/watch?v=ne7zgFdKPD8









25.04.2015

Herkese mandala..anne-çocuk-mandala aşkına:D

Bir mandala çılgınlığı sardı ki yurdumu sormayın gitsin..Yoksa sizin hala bir mandala kitabınız yok mu???? Ben de bu sıralar ailemin üzerinde gezen kara bulutlar yüzünden iyice daralmıştım ki meditasyon niyetine mandala boyamak istedim,ama nasılsa bir türlü civar kitap evlerinde şu meşhur Johanna Basford'un Esrarengiz Bahçe kitabını bulamadım..Bütün Ankara rahatlamak için mandala yapmaya karar vermiş gibi..Neyse ben de şimdilik vazgeçtim almaktan, aldım annemin çeyizim için ördüğü dantellerden bir tane önüme,açtım Mozart'ı ve başladım çizmeye..Bilmeyenler iyice merak etmişlerdir şimdi bu mandalanın ne olduğunu.
Radikal gazetesinin Radikalist sayfasından alıntı yapıyorum:

Mandala, Hint kökenli dinlerde metafizik veya sembolik bakımdan meta veya mikro kozmosu gösteren şekillere verilen ad. Mandala'da bu şekiller belli bir düzene göre boyanarak yapılıyor. Daire veya kare şeklinde olan ve her şeyin mistik merkezini sembolize eden mandalalar meditasyon nesnesi olarak kullanılabilmekte. Kelime anlamı olarak da mandala Sanskritçede çember, daire anlamı taşıyor. İçinde geometrik desenlerin bulunduğu bir daire; kötü veya karanlık güçlerin içine giremeyecekleri arınmış bir alanı, daha geniş bir anlamda ise evreni simgeler. Ayrıca Mandala, hayat çemberi anlamına gelir. Merkezi noktası olan alanın doğduğumuz yer olduğuna inanılır. Mandalalar daima gelişebilir ve büyütülebilirdir. Dolayısıyla gelişen, farklılaşan mandalaların hayattaki yolumuz olduğunu da düşünebiliriz. Başka bir deyişle, Mandalalar sonsuzluğa giden bir yol haritasıdır.
Evren, dünya, güneş, ay, çiçekler, vücut hatlarımız yuvarlaktır. Örneğin göz bebeklerimizin yuvarlak olmasının nedeni, görüş alanımızın genişlemesi içindir. Mandalalar hayatımızın gelişen süreçlerini simgeler. İçten dışa doğru yuvarlak olarak büyümesi, kendimizi, hayatımızı, yaşadığımız dünyayı değiştirme potansiyelimizin de büyümesi anlamına gelir.
Her ne kadar Hint kökenli kültür ve dinlere dayandığı söylenilse de ben ülkemde yüzyıllardır yaygın olduğunu ve kültürümüzün bir parçası olduğunu iddia ediyorum..Öyle ki açın çeyizlerinizi,ya da bir çoğumuz annesinin anneannesinin evinden,sandığından bilir dantelleri,dantel motifli kanaviçe,örgü,oya,kıyafet, ve hatta bir çok seramik üstündeki motifler mandala çizimlerine çok benzer..Aslında amaç olmasa da işlevi çok benzer bence..Dantel örerek rahatlar,düşüncelere,hayallere dalar  kadınlarımız, bir çeşit meditasyondur yaptıkları..Şimdi batı, doğuya ait bu kültür öğesini farklı bir konseptle yeniden doğuya satıyor da denilebilir belki..Olsun, amaç rahatlamak,sakinleşmek,özünle buluşmak ise ve bunu nasıl yaptığımızı unutmuşsak, varsın bir başkası bize hatırlatsın.. Kabul. 



Mandala,şekil,figür çizme ya da boyama değil sadece, çok farklı materyallerle de mandala figürleri yapılabiliyor. Pinterest'de  bir çok örnek mevcut.




Gelelim bunu çocuklarımızla nasıl etkili bir hobi haline getirebiliriz sorusuna..Malum içinde olduğumuz çağ,sistem, toplum bizler gibi çocuklarımıza da stres yüklüyor. Onlardan çok şey bekliyoruz ve bunaltıyoruz. O halde gelin onları dinlenmek için teknoloji ile baş başa bırakmak yerine sanat,spor ya da böyle basit ama dinlendirici uğraşlara yönlendirelim.Henüz küçükken boyama kitaplarının yanı sıra mandala figürleri de koyalım önlerine,ve çaktırmadan öğretelim renklerle,şekillerle,figürlerle özlerine,benliklerine odaklanmayı. Hem böylece çağımızın hastalıklarından konsantrasyon eksikliğinin de önüne geçebiliriz. Açın sakin bir müzik, hatta varsa bahçeniz atın minderleri dışarı, alın siz de çocuğunuzla beraber kalemlerinizi,boyalarınızı, ve beraberce dalın ruhunuzun,beyninizin kıvrımlarına..Boyayın sıkıntılarınızı,sorularınızı ya da sevincinizi doğanın tüm renkleriyle..Yarım saatlik böyle bir meditasyon kimi rahatlatmaz ki??

Ben çocuklar için bir kaç mandala şablonu ekliyorum buraya,siz google'dan da indirebilirsiniz.. Gerçi bir çok kitapçıda da var zaten bu tarz boyama kitapları, Esrarengiz Bahçe en çok bilineni olsa da Tubitak yayınlarının da Herkes İçin Boyama Kitapları da gayet güzel ve daha hesaplı..
Hadi bakalım, keyifli vakitler:D










24.04.2015

Çocuk kitabı alırken nelere dikkat etmeli?


Rüzgar 15 aylık olduğunda artık kağıt sayfalı kitapları yırtmaya çalışmadığını fark ettim. Tabii o zamana kadar ben sürekli instagramdan, bloglardan ve kitap evlerinde çocuk kitaplarını araştırmaya,tavsiyeleri,beğendiklerimi,mutlaka kitaplığında olmalı dediklerimi bir kenara not almaya başlamıştım..Zaten bünyemde fazlasıyla var olan çocuk edebiyatı aşkı da depreşince artık elime her telefonu,tableti ya da bilgisayarı aldığımda kitap satan siteleri,yorumları,eleştirileri okur oldum..Çocuk edebiyatı,yazarlar ve illustratörler üzerine öyle derine girmeye başladım ki; artık bir illustrasyon gördüğümde kesin şu çizer çizmiştir, ya da bir yazarın kitabını gördüğümde içeriğine bile bakmadan kesin güzeldir demeye başladım -ki bu hiç adetim değildir.
Çocuk kitapları konusunda tabii ki bir uzman değilim,lakin edebiyat eğitimi almış,kitaplarla ve çocuklarla yakın ilişki kurmuş bir öğretmen ve anne olarak, çocuklardan ve çocuğumdan da gözlemlediklerim kadarıyla ben kitap seçerken titiz olunması gerektiğine inanırım..Nasıl çocuğumuza yedirdiklerimizin içeriğine,ambalajına,tarihine çocuğumuzun beden sağlığı için dikkat etmek zorundaysak,kitap,dergi ve oyuncak seçimlerinde de onun ruh sağlığı,hayal dünyası ve ufkunu etkileyeceği için  "amaaan kitap/dergi/oyuncak işte, resimli,renkli,süslü püslü,daha ne olsun" diyerek özensiz olmamalıyız..Zira çocuğun bugününü ve geleceğini doğrudan etkileyen faktörler bunlar..

Malum, kitap-dergi gibi yayınlar da bir pazar ve bu pazarda iyi kötü bir çok ürün bulunmakta..Çocuklar büyüdükçe kendi seçimlerini ambalaj,popularite,özenme gibi faktörlerden etkilenerek yapacaklardır ve çizgi film karakterlerine,anlamsız figür ve içeriklere sahip dergi&kitapları daha cazip bulabilirler ama en azından henüz onlar küçükken ve seçimleri biz yapıyorken bazı niteliklere dikkat ederek almalı ve mümkün mertebe çocuklarımızı da böyle yönlendirmeliyiz diye düşünüyorum..Ben bir kitap ya da dergi alırken şunlara dikkat ediyorum:

1. Kitabın kapak/sayfa kalınlığı(karton kapak,ciltli,sünger kapak,kalın sayfa ya da ince kağıt) çocuğumun yaş ve hareketlerine uygunluğun mu?? Çünkü yırtıp yutma gibi durumlar muhtemel ve önemli.
2. Kitap hareketli ya da interaktif özelliklere sahip mi? Özellikle 2 yaş altı çocuklar dokun-hisset türü kitapları,hareketli kanatçık,kapakçık ve farklı dokulara sahip kitapları daha çok seviyorlar..
3. Kitap bol resimli az yazılı mı?? Bebek ve çocuklar için yazılandan çok gördükleri,hissettikleri ve duydukları önemli..
4. Sesli kitap ise sayfalarda yazılanları okuyan türde bir kitap mı(biz denemeden aldık böyle bir kitap ve çok sıkıcı bulduk) yoksa daha çok melodik,şarkı,doğa-araç sesleri olan bir kitap mı??
5. Kitap sayfa sayısı çocuğun yaşına uygun mu?? Rüzgar çok sayfalı kitaplarda kendisi kapatıyor kitabı ve "bitti" diyor.
6. Resimler çocuk kitaplarında içerikten çok daha önemli ve tamamlayıcıdır her zaman. Çizerin çizim tekniği,renk seçimleri ve hikayede bulunmayan tamamlayıcı detayları resmetmesi çocuğun hayal dünyası için daha elzemdir. Hele de küçük çocuklarda çoğunlukla resimler üzerinden anlatılır masal. Biz Rüzgara kitap okurken öyküye sadık kalmadan çoğu zaman çizgileri okuyoruz, figürleri konuşturup tanıtıyoruz.
7. Kitap bir şey öğretmeye mi çalışmış,yoksa dayatmaya mı çalışmış?? Öğretici ise bunu çaktırmadan,sıkmadan, çocuğa düşünme hakkı tanıyarak mı yapmış yoksa klasik cümlelerle,doğrudan ders vermeye mi çalışmış?? Ben şahsen herhangi bir din,ideoloji,marka ya da ürün hakkında doğrudan ya da dolaylı bir cümle,kelime,resim,ima sezersem hemen bırakıyorum kitabı..Çünkü burada benim görevim çocuğuma kendi kararlarını vereceği zamana kadar genel geçer erdemler,ahlaki unsurlar,bilimsel gerçekler dışında bir yönlendirme yapmadan, bir fener görevi görerek sadece yoluna ışık utmak,asla yolunu belirlemek değil..
8.Edebi bir değeri var mı kitabın?? Bu tabii ki göreceli olmakla birlikte bazı olmazsa olmaz edebi unsurları barındıran kitaplar tercih önceliğimdedir.
Kitaptaki karakterler,mekan,olay örgüsü,yazarın seçtiği dil,kafiyeli,tekrar eden kelime ve cümleler içermesi,çeviri ise dilimize doğru aktarılmış mı, kültürümüze adapte edilmiş mi?? Tüm bunlar Rüzgar efendinin kitap okumayı sevmesi için,gurme olabilmesi için çok çok önemli..
9. Kitabın yayın evi de çoğu zaman alacağım kitap hakkında bana ipucu veriyor.
10. İngilizce kitaplar da okuyorum Rüzgar'a. Açıkçası onların hikayelerinin içine giremiyor henüz.Kitabın resimleri daha ilgisini çekiyor. Zaten şimdilik benim önceliğim ona dil öğretmek değil,kulak dolgunluğu olsun yeter. Ama onlarda da kafiyeli ve tekerlemeli olmalarına dikkat ediyorum.
 Bunlar şimdilik aklıma gelenler.. Başka bir yazıda da kitapları nasıl okuduğumdan ve hikaye anlatıcılığından bahsedeceğim..
Takipte kalın anacımmm:))

28.03.2015

İlk evcil hayvanımız 'KI' ve ölümü..

"Kırmızı balık gölde
Kıvrıla kıvrıla yüzüyor
Balıkçı amca geliyor
Oltasını atıyor
.....
.....
Kırmızı balık kaaç kaç
Kırmızı balık kaç kaç kaç"

Bebeği olup da bu şarkıyı duymayan,günde milyon kez söylemeyen yoktur sanırım..Kendisi bizim evde aylardır top ten listesinin zirvesinden inmeyen gelmiş geçmiş en çok dinlediğimiz şarkı olur..Öyle ki karı koca bazen kendimizi gayri ihtiyari bu şarkıyı mırıldarken buluyoruz..Hal böyleyken biz de artık bir kırmızı balık alalım bu çocuğa dedik ve 3 hafta önce bir sabah ana-oğul soluğu pet shop ta aldık. Eve elimizde bir kırmızı japon balığıyla döndük,ve fanusa koyduk balığımızı..Rüzgar'a adı ne oğlum balığımızın dediğimde tereddütsüz 'Kı' dedi..Anlaşıldığı üzere 'KI' kırmızı balığın ilk hecesi ve rengi önemli değil, tüm baliklar KI Rüzgar için:))

Balık alırken açıkçası Rüzgar'a hayvan sevgisi aşılamak, sorumluluk bilinci öğretmek gibi gayelerim yoktu..Bir buçuk yaşında bir bebeğin anlamayacağını sanırdım ki Rüzgar beni daha ilk gün şaşırttı..Balığı getirdikten bir süre sonra kitaplarının arasından 'Yavru Ahtapot Olmak Çok Zor' adlı kitabı alıp, fanusun yanına götürüp, kitapta ki balıkları 'Kı' ya göstererek kendi dilinde anlatması ve aynı gün içinde elindeki kurabiyesini fanusa dayayıp Kı' ya al demesi beni benden aldı..20 aylık bir bebeğin bir hayvanı hemen benimsemesi,arkadaş olması ve yiyeceğini paylaşması bana göre ibret alınası bir durum..Ben bunları gördüğümde iyi ki almışız bu balığı dedim..Tüm ebeveynlere de tavsiye ederim, alın bir balık ve seyredin bebeğinizin tepkisini..
Neyse, Rüzgar her sabah Kı'ya kendi verdi yemini ve itiraf etmeliyim ki genellikle o hatırlattı yem saatini.Eve her gelene gösterdi balığını,'Baaaakkk' diyerek en tiz sesiyle..Derken son iki gündür bizim Kı hareketsizleşmişti..Öldü ölecek korkusu sardı beni..Nasıl yapmalı, ne demeli, nasıl açıklamalı 20 aylık bebeğe balığının öldüğünü..Yoksa hiç bir şey söylemeden yok mu etmeli fanusu..Kı çok hareket etmediği için Rüzgar fanusa vuruyordu,yüzsün diye..Ben de uyuyor,hasta olmuş diyordum..Acaba öldüğünde de uyuyor ve uyanmayacak falan mı desem?? gibi sorular kurcaladı beynimi..Yanlış yapmak istemiyordum..Google amcama sordum, bebeğe ölüm nasıl anlatılmalı diye..Uzmanlar genel anlamda 3 yaş altının ölüm kavramını anlayamayacağını,açıklama yapmak gerekmediğini,ancak 3 yaş üstüne ise uyuyor,tatile gitti, vs mazeretler söylememek gerektiğini,yaşına uygun bir dille ölümün anlatılmasının doğru olacağını söylüyor..Hal böyleyken ben de Rüzgar'a Kı'ya güle güle diyelim mi dedim..Ama O kesin bir şekilde başını sallayarak 'hayiy' diyince babasından akşam yeni bir Kı getirmesini istedim,böylece onlar yeni Kı ile tanışırken ben de gizlice rahmetli Kı'yı yolcu ettim..Çok şükür bu bebeklerin hafızası da balıklar gibi:))
  İlk evcil hayvan hikayemiz de böyle idi, buraya oğlum için not düşmek istedim..Kim bilir belki büyüdüğünde Kı'yı hatırlayarak beni yine şaşırtırsın oğlum:)

P.s Japon baliklari oksijene ve sık sık sularinin değismesine ihtiyaç duyarlarmis,fanus pek uygun değilmis yani..yeni baligimiz oksijensiz, ayda bir kez suyu degistirilerek uzunca yasayabilen Beta cinsi sus baligi..Almak isteyenlerin bilgisine..


Rüzgar'ın Kitaplığı Vol.1

Rüzgar doğduğundan beri evde en çok gördüğü şey belki de kitaplardır..Evin her odasında kitap mevcuttur bizim..Hala hayalimdeki o büyük kitaplığı yaptırıp, benim minik nacizane kütüphanemi sergileyememiş olabilirim, hatta kitaplarımın bir kısmı kanepe altında,koli içinde de olabilir ve hatta okunmayı bekleyen üst üste dizili kitaplarım da var ama bu benim kitap alma-okuma tutkumu hiç azaltmadı..Maalesef öyle azılı kitap kurtlarından değilim şu sıralar,keşke daha çok vakit ve nakit ayırabilsem kitaplara,yazarlara..Ama öyle bir hayalim var ki Rüzgar'a dair; onun tam bir azılı okur olmasını düşlüyorum..Okumak,yazmak,kitap evlerinde dolaşmak onun hayatına öyle yerleşsin ki TV izlemek gibi sıradan, yemek yemek gibi hayati, market alışverişi gibi gerekli ve olağan olsun onun için.. Ama bir o kadar da tutkulu, derin ve sıkı bir dost olabilsin kitaplar oğluma..Ufkunu,hayallerini,düşüncelerini sonsuz ve çok yönlü yapabilmesi için yardım etsinler ona..Biliyorum sadece benim istememle onu bir kitap aşığı yapmam imkansız,onun daha çok istemesi lazım, ki buna hakkım da yoktur belki..Onun adına hayal kurup,ondan bunu beklemek çok adil olmayabilir..Hem benim ailemde kitap okuyan kimse yoktu mesela, kimsenin kendine kitap almaya gittigini de hatirlamam..Ama ben ilk okuldan beri sevdim okuyup yazmayi..Belki de sırf daha rahat ulaşabilmek için kitaplara, hep ben kitaplık kolu olmuştum sınıfta..İlk ben okur bitirir,sonra da arkadaşlarıma tavsiye ederdim..Kitap sever arkadaşlarım olmuştu hep etrafımda küçükken,ya da ben kitap severlerle arkadaş olmuştum çokça..Rahmetli dostum Bahar`in çok emeği vardır satır aralarını okumayı öğrenmemde..Kulakları çınlasın Sanem`le de az kitap değiş tokuşu yapmadık ergenlik yıllarımızda..Lisede edebiyat kolu olmuştum, ve sağ olsun Özgül hocamın desteğini çok görmüştüm düşüncelerimi yazıya dökmede..Ve üniversitede batı dilleri ve edebiyatı okumak yaptığım en iyi tercihti kesinlikle..Biliyorum ki edebiyat hayatın her yerinde..Sanatın her türlüsünde..Ve edebiyata gerçekten gönül veren bir insanin ayrımcı,sevgisiz,merhametsiz,bencil,zalim vs olabileceğini düşünemiyorum..ve bu yüzden en içten duygularımla diliyorum oğlumun okumaya tutkun olmasını..Her kimlikte,cinsiyette,ırkta ve görüşte karakterlerle kağıt üstünde tanışıp,onların en makyajsız yüzleriyle yüzleşip empati kurabilmesini..Ve bu hususta bir anne olarak ben üstüme düşeni eksiksiz yapmak için Allah izin verdiği sürece yanında olacağım..

Ee dediğim üzere bir kitap tutkunu kolay yetişmeyecektir elbet..Ben de oğluma doğduğundan beri neredeyse her gün kitap okuyorum,sayfalarına beraber dokunup,resimlerini birlikte inceliyoruz..O da seviyor kitaplarını..Alıp alıp getiriyor okuyalım diye.Hatta 10 yıldır tek bir kitap okutamadığım kocam bile Rüzgar'la sık sık kitap okuyor:)  Tabii onları öyle görmek ise beni musmutlu yapıyor:) :)

Gelelim bizim minik kurdun kitaplarina..Daha önce su yazimda paylaşmistim ilk kitaplarımızı..İlk etapta tabii ki yazısız,ya da çok az yazılı,büyük resimli karton,bez kitaplarla başladık..4 müzikli kitabı, İlk Kitaplarım Seti, Minik Arkadaşım serisi dışındakiler de şöyle..

1. Hareketli kitaplar serisinden Hareketli Gün 
Rüzgar'ın 12.ayından beri en favori
kitaplarından..İş Bankası Kültür yayınlarının bu serisine bayıldık doğrusu.Az yazılı çok resimli ve hareketli parçalarının olması bebeğin hem ince motor gelişimini hem de eğlenerek öğrenmesini destekliyor.. İlk fırsatta serinin geri kalan kitaplarını da almayı düşünüyorum..


2. Hareketli kanatçıklar serisinin Renkler kitabı da bu aralar elimizden düşürmediklerimizden.Renkleri öğretmek için almıştım..Sayfaların hareketli olması ve sevimli hayvanlar içermesi Rüzgar
 için tercih sebebi..









3.Sertaç'in Ambulansı arabalara meraklı bir erkek çocuğu olarak Rüzgar efendinin sevdiklerinden..Ambulans resmi gördüğünde "naninani" diyor ve düştüğü için ayağı kırılan çocuğun olduğu sayfada da  ayağını tutup "ufff" diyor..Belki de bu kitaptan öğrenmiştir habire elini-parmağını tutup 'uff uff' diye bana öptürmeyi.Ahh bir de oyle nazlı ki sormayın:)









4.Zıplayan Köpekçik Rüzgar'ın sadece ara sıra eline alıp zıplattığı bir kitap..Çok da bayıldığı söylenemez..


5.İlk Sözlük en eski kitaplarımızdan..Bir çok hayvanı,meyveyi,eşyayı ilk bu kitaptan öğrendi..










 6.İzle Beni Hayvanlar Aleminde yeni kitaplarından..İs Bankasi Kültür Yayınlarının böyle karton sayfalı interaktif kitaplarına mest oluyorum..Biz de minik hayvan figürlerimizi alıp kitaptaki hayvanlarla eşleştiriyor,yürütüyor,seslerini çıkartıyoruz..Bu şekilde bir nevi 3 boyutlu bir kitaba dönüşüyor..

Karton kitaplarımız şimdilik bunlar..Bir de biz artık bol resimli ama hikayeli kitaplara geçtik..Ciltli kitaplarımızı da bir sonraki yazı da paylaşacağım.Rüzgar kucağımızda oturup sayfalara dokunmayı, bizim ona masal okumamızı seviyor. Böylece hem birlikte çok daha yakın temas halinde oluyoruz,hem de resimlere bakmak,dinlemek hoşuna gidiyor.

Çok okuyan, çok öğrenen bir nesil yetişsin diliyorum..Bu konuda en büyük sorumluluk biz anne-babalara düşüyor.Bu sebeple çok okuyalım,çok kitap alalım,iyi örnek olalım ve her çocuğun elinden düşürmediği kitapları, rengarenk kitaplığı olsun..




27.02.2015

X ve Y`nin Z ile imtihanı..



Merhaba Y kuşağı sakinleri ve Z kusağı ebeveynleri..
Lütfen benim için X kuşağı yakınlarınıza ve ya `sessiz kuşak` tan anne - babalarınıza bir sorar mısınız, acaba bu bitmeyen büyüme atakları, sancılı sendromlar sadece Z kuşağına mı özgü yoksa bu Z lilerin değil de biz Y lilerin uydurduğu birşey mi??? Zira bu aralar bizim evde bir X,Y,Z çatışması patlak vermek üzere de...

 Eminim şimdi bir çoğunuz neden böyle çok bilinmeyenli matematik denklemi gibi konuştuğumu merak ediyorsunuzdur.Ama durum biraz da öyle ve maalesef benim matematiğim de pek iyi sayılmaz..Hemen probleme açıklık getireyim o halde..

Konuya ilk olarak şu bilinmeyenlerden başlayayım..X,Y,Z ve sessiz kuşak terimleri benim uydurduğum birsey değil elbet;dünya genelinde kuşaklara verilmiş adlar bunlar. Olayın özü şöyle ki; anne-babalarımiz (1945-1964) sessiz kuşak mensupları, 1965-1980 aralığında doğanlar X kuşağı sakinleri, 1981-2000 yılları arasi doğan ahali -yani en yaşlısı 34 en genci 14 yaşlarında olan bizim kuşak Y ve biz Y lilerin çocukları olan yepyeni nesil 2000 sonrası çocuklar da Z.. Bu kuşakların özelliklerini az çok kendinizden ve çevrenizden gözlemleyebiliyorsunuzdur.Genelinde sakin, sebatkar,uyumlu bir nesilmiş bizim ebeveynlerimizin ssesiz kuşağı. Teknoloji ile imtihanları siyah-beyaz TV, merdaneli çamaşır makinesi,çevirmeli ev telefonu kadarmış..X kusağı ise sokaklarda rahat rahat geç saatlere kadar oynamis, tek kanalli yayından çok kanalli renkli TV ye geçmiş, ilk kez otomatik çamaşir makinesi ile müjdelenmiş, ve kocaman cep telefonlari ile çağ atlamış bir kuşak.. Y kuşağı ise doğumundan yetişkinliğine kadar bir çok teknolojik yeniliğe şahitlik etmiş,kendini önceki kuşaklara anlatamamış, internet ve sosyal medya bağımlısı,öyleki üzerinden bütünleşerek neredeyse devrim bile yapabilen, önceki nesillerden tamamen farkli, bir yandan daha aydinlik, daha yenilikçi,pratik ve çok yönlü öte yandan daha tehlikeli,daha asosyal,daha baş kaldıran, daha unutkan bir nesil..Z kuşağı ise DNA sında teknoloji olan,internete, akıllı telefonlara,tabletlere doğan,ışık çağı bebeleri..


Artık problemin tarihçesini bildiğimize göre gelelim problemin kendisine..benim güzel,sakin çekirdek ailem X kuşağının son demlerini yaşamış bir babadan, Y kuşağından bir anne ve Z kuşağının en taze üyelerinden bir bebekten oluşuyor.Lakin bugünlerde Ruzgar bebenin artık 20. ayına girmesiyle sakinliğimiz yerini hareketli ve biraz da stresli günlere bırakıyor gibi. Anlayacağınız bizim hanede `terrible two`çanları çalmaya başladı.. Şimdi ben çok araftayım,acaba bu Z kuşaği bebelerinin bitmek bilmeyen büyüme atakları, sendromlari vs yeni türemiş,sadece onlara has bir durum mudur,yoksa biz teknoloji bağımlısi,bebeğe dair sanal gerçek alemde ne var ne yoksa her yönden tüketen Y kuşağı annelerin uydurduğu bir şey midir???
Hani bilelim de ona göre önlem alalım di mi:-) :-) :-) :-)



20.02.2015

maria montessori ve montessori aktiviteleri..

Maria Montessori adini cocugu olan yeni nesil annelerin bir cogunun bildigini saniyorum. Kendisi 1870-1952 yillari arasinda yasamis bir italyan bilim insani ve egitimci.Kurucusu oldugu bu alternatif egitim metodu dunya capinda kabul gormus ve yillardir bir cok ulkede yaygin vaziyette kurum ve ailelerce uygulanmakta.. M.Montessori  yontemi nedir, nasil isler, neyi amaclar sorularina internette bir cok web sitesi,blog ve ya kitap ve makalelerden rahatlikla detayli cevap bulunabilir. Ama benim anladigim kisaca; bebege dogdugu andan itibaren bir birey gibi yaklasan,ona ve ozgurluklerine saygi duymayi benimseyen, bebegi/cocugu yetiskinlerin hayatina ayak uydurmak zorunda birakmadan, onun yasam alanlarini ona ve ihtiyaclarina gore onceden sekillendimeyi baz alan bir yontem. Bu ekole gore cocuk kimsenin dayatmasi, zorlamasi olmadan, hayati kendisi icin uygun hale getirilmis bir cevrede kendi kendine ogrenebilmeli. Yani daha bebekken bile yer yataginda yatirilip, istediginde kalkip rahatca hareket edebilmeli,kiyafetleri, oyuncaklari,kitaplari vs. hep onun ulasabilecegi ve duzenli bir sekilde konumlandirilmali,devasa ve kalabalik mobilyalar,karmakarisik cin mali elektronik oyncaklardan ziyade cocugun ihtiyaci kadar esyalar iceren, ince-kaba motor gelisimini destekleyen ahsap oyuncaklar tercih edilmeli ki cocuk ozgur ve kendi isini kendi gorebilen bir birey olabilmeyi basarsin. Oyunlar ve aktiviteler cocugun rahatca hareket edebildigi, kendi hizina ve kapasitesine gore ilerleyen, egitmen ve ya ebeveyn tarafindan onceden hazirlanmis materyaller kullanilarak , kontrollu bir ortamda gerceklestiriliyor. Tum bu etkinliklerin amaci da cocugun sonuctan ziyade surecten haz almasini saglamak ve bir konuda basarili ya da basarisiz oldugunu kendi deneyimleyerek ogrenmesine olanak sunmak.

M. Montessori ekolunun disinda da alternatif egitim metodlari mevcut. Waldorf , Reggio Emilia, Summerhill gibi Avrupa ve Amerika`da yillardir mevcut egitim sistemine alternatif olarak turemis ekoller son yillarda Turkiye`de de var. Ama zannimca en yaygin ve mevcut egitime daha kolay entegre edileni Montessori teyzemin sistemi. Ben bu saydigim sistemleri uzun zamandir yerli yabanci yayinlardan faydalanarak inceliyorum. Malum egitim onemli ve hali hazirdaki egitim sistemimiz icler acisi..Vardigim kanaat ise hic bir ekole tamamen bagli olmadan, sahip oldugum sosyal ve kulturel ortamlari da baz alarak kendimce elimden gelen en uygun sekilde yetistirmek oglumu..Cunku her birinde icime sinmeyen noktalar, kafami kurcalayan ve suphe uyandiran hususlar var maalesef.

Montessori yaklasimini baz alan ana okullari,kres ve oyun atolyeleri cokca var yurt genelinde. Ben bir cok fikir ve yontemini de dogru buldugum icin Ruzgar la evde bolca montessori aktivitesi yapiyoruz. Oyunlar icin kaynak ve gorselleri instagram,pinterest,facebook ya da bir cok blogdan ediniyorum. Ruzgar in yasina uygun oldugunu dusundugum etkinlikleri genellikle o uyurken hazirliyorum, sonra da beraberce egleniyoruz..Bu arada bu yaklasimin en guzel yanlarindan biri debaktivitelerin az ve ucuz,kolay bulunabilen malzemelerle yapilabilir olmasi..

Buyrun bunlar da bizim oynadigimiz oyunlardan bazilari..bir cogunun resmini cekmemisim malesef..Su karli soguk gunlerde bebeleri evde oyalamaniz icin fikir olur belki:-) 
 Bu egitici kartlar Arzu teyzesinden hediye Ruzgar`a. 8-9  aydir gosteriyorum ve simdilerde nerdeyse butun kartlari taniyor, ters cevirme, ve hafiza oyunu seklinde kullaniyoruz.
 Sesnsory-duyusal oyunlarina bir ornek olarak hazirladigim ciftlik temali oyun havuzu.Farkli temalarda uyarlanmis havuzlar da yaptik;  gol,deniz ve santiye gibi..
 Toplarla ve kagit bardak/rulo larla hazirlanip oynanan, renkleri ve buyuk kucuk zitligini ogretmeyi amacladigim bir oyundu..
 Ponponlari ufak bir masayla aktartarma yaptik.kati aktarma ince motor gelisimi ve el goz koordinasyonu icin cok faydali.
 Kuslari beslemek icin kagit havlu rulosuna rcel/bal surerek uzerine bugday doktuk, ve hem eglendik hem de el goz koordinasyonu, ince motor gelisimini desteklerken paylasmayi ogrendik..
 Oyun hamurlarina ikimiz de bayiliyoruz..
 Un ve yag birlesimindenmoon sand(ay kumu) elde edip kis gunu plaji eve getirdik..
 Elektrik bantlariyla otoyol, otopark yapip arabalarimizla oynadik.
Bu da artik mama sandalyesini kucuk gorup, buyukler gibi masaya oturabildiginin ve kendi yemegini yiyebildiginin resmidir..Tabii ki genellikle ben yediriyorum ama onunda kendini besleyebilmesine tesvik ediyorum.
 İkea masa-sandalyesi bizim elimiz ayagimiz..hafif olmasi Ruzgar efendiye kolayca tasima imkani sagliyor..Resim,hamur ve diger etkinlklerimizi ustunde gereklestiriyoruz..


Kapiya gerdigimiz bantlara toplari ilistirdik.buyuk kucuk,renkler, uzanma,yapistirma,altindan gecme gibi seyler ogretilebilir..

13.01.2015

Çizgi filmler hiç de masum olmayabilir..Subliminal mesajlara dikkat!!!!

Subliminal mesajlardan ilk kez 3-4 yıl evvel haberdar olmuştum. Eşimi dostumu,öğrencilerimi de kendimce haberdar etmiştim.Geçenlerde instagramda bir annenin çocuğuyla ilgili paylaştığı bir fotoğrafta arka planda açık olan çizgi filmde çok bariz bir subliminal mesaj dikkatimi çekince bloguma da yazmak farz oldu.
Peki nedir 'subliminal mesaj'?? Sinema filmlerinde, reklamlarda,resimlerde,posterlerde,dergilerde ve hatta çizgi filmlerde bolca yerliştirilmiş, gözümüzün ilk etapta farkedemediği  gizli mesajlar oluyor kendileri.Yazılı,resimli,ya da sesli konumlandırılmış bu mesajlar ya çok ama çok hızlı veriliyor,ya da ustaca saklanıyor ve gözümüz gördüğü halde çok hızlı olduğundan beyne sinyal gönderemiyor,ama bilinçaltı dediğimiz her daim çalışan ve herşeyi kaydeden defter bu mesajları da yazıyor. Yani medyanın her türlüsünde sıklıkla kullanılan bu hilenin hedefi doğrudan bilinçaltımız. İşte bu yüzden çok tehlikeli..Düşünsenize, bilincinizin algıladığı herhangi bir fikir,ideoloji ya da ürün tartışılabilir,eleştirilebilir,reddedilebilir -ki adil olan da budur. Öte yandan doğruca bilinçaltınıza ulaşmaya programlanmış herhangi düşünce,eylem,ürün hiçbir dirençle karşılaşmadan hedefine ulaşır.Ve bu mesajlar doğruca beynimizde depolanarak kararlarımızı,düşüncelerimizi ve davranışlarımızı biz farkında olmadan etkiler. 

Mesela sıkça verilen örneklerden biri bolca "Cola" yazısı içeren bir filmde izleyicilerin bir çoğunun susuzluk hissettiği ve film arasında kola almaya gittikleri.. Genellikle "Sex,Death(ölüm),Blood(kan) vs.

gibi kelimelerin insanları en çok etkileyen kelimeler olduğu ve bunlara dair yazı ve imgelerin kullanılması yayınlanan ürüne daha çok dikkat çekebildiği görülmüş. Gelişen teknoloji ve hayatımızın her yerinde olan yazılı,görsel ve işitsel medya sayesinde bilmediğimiz kişiler görünmez bir silahla bizi etkilemekte. Ve işin daha da terbiyesiz yanı buna çocukların da hedef olması.. Çizgi filmlerde bolca kullanılıyor ve biz bihaber ebeveynler de çocuklarımızı kendimiz oturtuyoruz bu silahın karşısına..Hiç bilmeden şiddeti yüklüyoruz tertemiz beyinlerine..Sonra
 -bu çocuk nereden öğreniyor vurmayı kırmayı, 
-sağlıklı şeyleri yemez ama bak abur cuburu nasıl da severek yiyor diyoruz. Halbuki yanlarında pür dikkat davranıyor,kelimelerimizi özenle seçiyoruz ki öğrenmesinler. Ama nasıl oluyorsa onlar daha minicikken öğreniyorlar ve biz şaşakalıyoruz..Ama suçlu aslında önce derinden vuran medya ve sonra onun karşısına oturttuğumuz için bizleriz.

Tv zaten zararlıydı,biliyorduk ama n'apalım canım,er geç tanışacak diyorduk ya alın size bir de subliminal mesaj vakkası.. Şimdi artık siz de bildiğinize göre vicdanınız el veriyorsa açın TV yi.
Haa bu arada en çok Disney kanallarında ve yapımlarında olduğunu da eklemek isterim,Disney Channel, Nicklodeon, cartoon network gibi kanallar artık OUT..Kendimce nelerin IN olduğunu da  başka bir yazıda paylaşacağım.
Aşağıda bazı deşifre edilmiş subliminal mesaj içerikli çizgi filmlerin linklerini paylaşıyorum. Zaten google da yüzlercesi mevcut..
http://www.youtube.com/watch?v=aTC2sIjSQo0
http://www.youtube.com/watch?v=9Bj-MNQdVOc